Rabia Hanım: Suriye’deki Uygurların Korunmaya ve Rehabiliteye İhtiyacı Var

Suriye’deki Uygurlar hakkında,    gerçeği söylemek gerekirse, bir kaç yıldan beri kamuoyu önünde bu konuya girmekten kaçındığım bir uluslararası meseledir.  Bu kaçınma, bunun bizi utandıran konu olduğu için değil, meselenin çok nazik ve karışık bir global sorunla ilintili olmasından, yani konuya değinmekle teröre bahane bulmaya veya özür dilemeye çalıştığım gibi yanlış algı oluşturarak  dünya kamuoyunun ve  terörizm kurbanlarının kalplerini incitmekten kaçındığım içindir.

Yakından beri, Suriye’deki savaşın şiddetlenmesi ve sona ermeye yönelik gelişmeler,  özellikle Süriye hükümetinin Süriye bölgesinde yabancı savaşçılar içinde 5000 Uygur’un olduğu, bunları yok etmek için Çin hükümeti le işbirlik yapacağı hakkındaki iddiası, bu bölgede bulunan Sivil Uygurlar’ın geleceği ve onlarla ilişkin gelişmelerin Uygur toplumuna göstereceği etkisi hususunda endişe etmekteyim. Ben şuana kadar ABD ve diğer ülkelerin ilgili kurumları ve insan hakları kuruluşlarına bilgi vermeye çalıştığım bu hassas konu hakkındaki görüş ve önerilerimi kamu ile paylaşmak istedim.

Bu vesile ile, ilk olarak Süriye’deki Uygur meselesi hakkında tarafsız bilimsel çalışmasını sunan araştırma kurumu New Amerika’ya, ve bu kurumun tecrübeli araştırmacısı N. Rosenblatt Bey’e minnetdarlığımı bildiriyorum.

Nate Rosenblatte  Bey,  bu mesele hakkında ‘‘Uygurların milli kimlik ve dini inancı Çin’in ulusal güvenliği için tehdit olarak algılanmıştır. Anavatanlarında baskılara maruz kalan Uygurlar yabancı memleketlerde kendileri için sığınacak yer arıyor.’’  diyerek çok doğru ve yerinde bir teşhiste bulundu.  Ben bu makaleyi Rosenblatte Bey’in bu teşhisine katıldığımı belirtmek ve bu hastalığa uygun bir tedaviyi aramak gayesi ile kaleme alıyorum.

Ben Suriye’deki Uygurların sayıları ve oluşumları  hakkında daha detaylı bir araştırma yapamadım. Bildiğimiz sadece me  göre sayılarını 2-3 bin civarında olarak tahmin ediyorum. Bu sayının içeriğinde, -yukarıdaki raporda dile getirildiği gibi- DAEŞ’e üye olanların 114 kişi civarında olduğunu düşünüyorum.

Söylendiği gibi, onlar ilk önce zulümden kaçarak memleketinden ayrılanlardır.  Uygurların durumunu  takip edenlerin bildiği gibi, 2009 / 5 Temmuz olayı Uygurların tepkisel davranışları  ve Çin’in uyguladığı baskı politikalarında bir dönüm noktası oldu. 2009 yılındaki 5 Temmuz olayından sonra, basın yayınlarda bildirildiği gibi yüzlerce, doğrulanmamış kaynaklarak göre ise 10 bine yakın insan kaybolmuştur.

Aileleri kayıpların ne cesetlerine ne de haklarında bir bilgiye ulaştılar. Bu konunun üzerine gidenler hapse atılmıştır. 2013 yılında  Kargalık İlçesi’nin Yılkıcı Köyü’nde askeri eğitim gördüğü ile sürülen yaklaşık 20 kişi uçakla bombalanarak öldürülüp, cesetleri çuvallara konularak götürülmüştür.

2014 yılında Yarkent İlçesi’nde tutuklu kişilerin bırakılmasını talep etmek için toplanan yüzlerce kişinin üzerine ateş açıldı ve üç köy havadan bombalandı. 2013 – 2014 yıllarında Üçturfan’da, Sarığboya Dokuzak’ta polislere ve polis arabalarına bıçak ile saldırmayı planladığı iddia edilen Uygurlar düşmanlarına yaklaşamadan vurularak öldürüldü. Çin bu olayları “Masrafsız Zafer” ilan ederek kutladı.

2015 yılında Aksu’nun Bay İlçesi’ndeki kömür maden alanında gerçekleşen saldırı ve polisler ile olan çatışmadan sonra saldırı düzenleyenler çoçuk ve kadınları ile birlikte sığındıkları mağarada alev silahları ile yakılarak öldürülmüşlerdir.

Yani Doğu Türkistan’ın, 10 senedir itiraf edilmeyen  savaş alanı olduğu bir sır değil. Bu durumu Doğu Türkistan’a işgalci Çin’in atadığı Eski Genel Sekreteri Wanglequan kendi konuşmasında “Bu bir ölüm kalım savaşıdır.” diye tanımlamıştır.

Çin Hükûmeti’nin toplantılarında açıkça ifade etmekte olduğu ama medyaya yansımayan bu savaşın mağduru, silahı​ olmayan, hiç bir askeri eğitim görmemiş, düşmana karşı savaşmak bir yana kendisini bile koruyamayan, içleri ifade edemedikleri bir çeşit nefretle dolu bazı kişilerin​ Suriye’deki rahatça askeri eğitim alma, elinde silah bulundurma ortamını değerli altın bir fırsat olarak algılanmış oldukları şüphesizdir.

New America Raporu’nda bahsedilen 114 Uygur’un 10 ile 80 yaşları arasında oldukları ve  bunlar içinde ailece gelenlerin çoğunlukta olduğu belirtiliyor. Yine çoğunun eğitim seviyelerinin düşük ve mesleği olmayan, ilk defa memleketinden ayrılmış kişiler olmaları gibi profil özellikleri​, Suriye’deki diğer gruplardan farklılıkları onların başlarından geçen zulüm ve zulümden kaçış gibi cefa dolu bir geçmişin göstergesidir.

Dikkate değer diğer bir nokta;  onların ana vatanlarında uğradıkları zulümden kendilerini kurtarmak ve Hür Dünya’nın himayesine olan inançlarını kalplerinde saklayarak özgürlüğe ulaşmak amacıyla diğer ülkelere yolculuk yapan sığınmacılar olmakla birlikte, yine vatanlarında kalan akraba ve komşularının çektiği acıları ve umutlarını her zaman kalbinde hissederek yaşamakta olan insanlardır.  Dolayısıyla, onlar yabancı ülkeye gitmeden önce ve sonra, vatanında kalan kardeşlerinin özgürlüğü için yol ve yardım arama, yardım alma ihtimalı olan her yere gitmeyi denemesi mümkündür.

İçlerinde çok az sayıda Daeş üyeleri gibi beyni yıkanmış, vatanperverlik ve millî mesuliyet duygusunu kaybetmiş, kendi düşmanının Çin hükümeti olduğunun da farkında olmayanların varlığı muhtemeldir. Ancak böyleleri şimdiye kadar görülmediler – inşaallah – bundan sonra da  görülmemelerini umut ediyorum.

Araştırmacı Salih Hüdayar’ın da ifade ettiği gibi, Daeş’in bir günü Doğu Türkistan’ın hürlüğü için yardım etme konusunda verdiği sözüne inanıp onlara katılmış olabileceği veya kendisinin memleketindeki zulümlere karşı gelecekteki mücadelesi için hazırlık yapıyor olduğunu düşünerek onlara katılmış olabilmektedir.

Bu noktada Çin, “Dediğimiz gibi, onlar bize saldıracak, biz de global terörizmin tehlikesi altındayız.” diyebilir. Çin hükümeti bunları söyleyerek kendini haklı bulmadan önce, Doğu Türkistan’a yönelik basın ve iletişim sınırlamalarını kaldırmalı, oradaki durumu dünyaya açıklamaya izin vermelidir.

1989 yılında kendi evlatlarını Tian’anmen meydanında tanklar ile ezerek kendi hakimiyetini korumaya çalışan, Doğu Türkistan’da yürütmekte olan devlet terörizminin emperyalist rejimi aracılığıyla dünyadan gizlemekte olan Çin hükümetinin, Doğu Türkistan’daki kişileri terör ile suçlama hakkı yoktur.

Uygurlar her zaman teröre, masum insanların öldürülmesine karşıdır, barışseverdir. Çin hükümetinin yaptığı baskılar nedeniyle bazı insanların memleketlerinden kaçarak, hayatlarını kurtarmak için farklı yollara başvurmuş ve yanlış kişilere   bulaşmış olmaları kaçınılmaz bir ihtimaldir.

Ben bir Uygur olma sıfatım ile, Suriye’deki Uygurların hürlük için çare bulma amaçlarını anlıyorum. Öte yandan insan hakları alanında faaliyet göstermekte olan bir lider olarak meseleyi çözmek için  silah ve şiddet kullanmanın doğru olmadığı, en doğru yolun müzakere ve diyalog olduğu kanaatindeyim.

O yüzden ben Suriye’deki Uygurlar hangi gruba katılırlar ise katılsınlar, onların milletimizin derdini azaltmak yerine Çin hükümetinin Uygurları terör ile ilişkili olarak dünyaya farklı bir algı yaratması için firsat yaratmış olacaklarına inanıyorum.

Suriye’deki bu belirli sayıdaki Uygurların gündeme geldikleri bu yakın süreçte oradaki kardeşlerimizi münasebetsiz bir savaşta güçlerini israf etmeden Uluslararası adalete ümit bağlayarak kendi ailelerini himaye etmeye davet ediyorum. Pek tabi, imkanlarımızın sınırlı omasından dolayı sözlerim onlara zamanında ulaşmayabilir. Ama sözlerime ulaşan  herhangi bir Uygur kendi yaşam fırsatının kıymetini bilmelidir.

Hayatını güven altında tutabilecek, Çin’den başka dünyanın herhangi bir köşesinde barış içinde yaşamını sürdürebilecek fırsat olursa, Uygurların kesinlikle barış içindeki normal bir yaşamı seçeceğine,  hayatının tehlikede olduğu bu günlerde kendini bağışlayan herhangi birilerine sonsuz minnetdar olacağına inanıyorum.

Bence, binlerce Uygur’un zulümden kaçarak kendi ile hiç alakası olmayan bir çatışma içine girmesi çok feci bir durum olmakla birlikte, Suriye savaşındaki kazanacak güçler için de hiç onur verici değil.  Aksine, insanlık tarihi, ahlâkın ihlal edildiği  ibretlik​ hikaye olarak bunu yazacaktır.

Ben Suriye meselesinde aktif rol oynamakta olan devletlerin, özellikle ABD, Rusya ve Türkiye’nin diplomatik ilişkileri devamında Suriye’deki Uygurların meselesi için adil çözüm üretmesini, askeri operasyon sürecinde onları canlı yakalayarak yaşam fırsatı verilmesini, özellikle oradaki kadın ve çoçukların hayatî güvenliğine dikkat edilmesini talep ediyorum.

Bu taleplerimin Suriye meselesine karışan güçlerin Suriye ve dünya barışı için katkıda bulunabilmeleri için uygun ve faydalı olduğunu düşünüyorum.

 

Leave a Comment

*

*